Sonbahardan kalma bir gece vakti, gece yarısını çoktan geçmiş... Ben ise her gece olduğu gibi sana yazıyorum
Sensiz seni yaşıyorum bir anlamda. Bir ara yazıyı bırakıp balkona çıkıyorum. Gece şehrin koynunda mışıl mışıl uykuda...
Bir tek ben uyumuyorum, seni düşünüyorum. Zihnimin senle dopdolu olmasına karşın ağırlaşan gözkapaklarım daha fazla direnemeyeceğim. Ne ay yüzünü gösteriyor bu gece, ne de göz kırpıyor yıldızlar... Çok uzaklarda bir keman sesi duyuluyor gecenin fısıltılarını susturarak... Ben yine seni hatırlıyorum, niye hatırladığımı da bilmiyorum. Biz seninle hiç keman dinlemedik ki... Ben her şeyi biraz sen ekleyerek yaşamaya öyle alıştım ki... Sensizlikte seni yaşayabilmenin sırı bu olmalı... Göz kapaklarım ağırlaşamaya devam ediyor... İçeri giriyorum... Gece de belli belirsiz giriyor odama balkon kapısından. Sonbahar rüzgârının fısıltıları gecenin sessiz çığlığını susturmaya çalışıyor ve bir tek ben duyuyorum gecenin sesini... Seni çağırıyor gece, ben “gelmeyecek” diyorum ama gece inatla seni çağırmaya devam ediyor. Bense gecenin sesine inat başımı yastığa gömüp uykuya sığınmaya çabalıyorum. Gece mavi kollarıyla kucaklıyor beni. Ürperip doğruluyorum yatağımda. O sırada bulutların arasından kendini gösteren ay perdeden süzülüp odaya doluyor. Ve o anda seni görüyorum
Odamdasın biran için yüreğin avuçlarında. Bakışlarımı gözlerinin sonsuzluğuna yerleştiriyorum ve öylece kalıyorum ne kadar süre geçtiğini bilmeden. Konuşmadan anlaşmanın derinliğini ve huzurlu keyfini yaşıyorum seninle o kısacık anda... Yatağımda olduğuma göre mekândan kopmamışım... Öyleyse sadece farklı bir zaman boyutuna taşındım ya da ışınlandım diye düşünüyorum. Düşlerin farklı zaman boyutlarında yaşanan gerçekler olmadığını kim söyleyebilir?
İyi ki tanıdım seni diyorum. Sana biriktirdiğim özlem içime sığmayıp taşsaydı eğer neleri önüne katıp götürürdü ya da tutup sana neleri getirirdi bilmiyorum ama şimdilik sadece yazılarımı taşıyor yeşil gözlüm...